AŞAĞIÇAĞLAR  
 
  ŞİİRLER 03.05.2024 18:04 (UTC)
   
 
EĞER BİR GÜN

Eğer bir gün ,Peygamberimiz ziyaretimize gelse
Yalnızca birkaç günlüğüne
Hem de aniden gelmiş olsa
Merak ediyorum ne yapacağımızı?Biliyorum en güzel odamızı kendisine tahsis edeceğimizi.Böylesi şerefli bir misafiri yiyeceklerin en iyisini ,içeceklerin en iyisini sunacağımızı.
Onu evimizde görmekten mutlu olacağımıza,Ona hizmet etmemizden alacağımız hazzı başka hiçbir şeyden alamayacağımıza da inanıyorum.
Tüm bunlara rağmen memat ediyor ve düşünüyorum:
Onun evimize doğru geldiğini gördüğümüzde ,kapıda mı karşılayacağız ?O güzel misafiri içeri almadan ‘Buyur Ya Resullullah ! demeden,kollarımızı bu mübarek konuğumuza uzanmış olarak HOŞGELDİNİZ !deyip içeri almadan önce neler yapacağımızı merak ediyorum.
Masamın üzerinde bazı gazete ve dergileri saklayıp,onun yerine Kur’an mı koyacağız?Hala açık saçık programları izlediğimiz televizyonun üzerini örtüyle mi kapatacak veya alelacele yerinden kaldırıp bodrum kattaki izbeye mi saklayacağız? Yahut ta koşacak mıyız kapatmaya,O kızmadan önce?Veya o nurlu misafirin işitmediğini umarak kapatacak mıyız radyomuzu,yüz kızartıcı bantları izlediğimiz videomuzu?Evin rafında üst üste dizdiğimiz müzik bantlarını unuttuk galiba.Hemencecik onları kaldırıp,onun yerine Hadis kitaplarımı yerleştireceğiz?
Merak ediyorum evimize girmek üzere bulunan bu şerefli misafirin hemen girmesine müsaade edecek miyiz?Ya da sağa sola mı koşturacağız?Yahut da “Biraz bekler misiniz” diyerek Onu kapımızın önünde mi bekleteceğiz?
Merak ediyorum eğer Peygamberimiz birkaç gününü geçirmiş olsa ,alışa gelen yaptıklarımıza devam mı edeceğiz?Her sabah gün doğusuna veya kaba kuşluğa kadar uyuyabilecek miyiz?Ailemizle kavgalı gürültülü savaş ortamını sürdürebilecek miyiz?Yoksa birkaç saat sonra sıkılmaya .daralmaya mı başlayacağız?
Merak ediyorum hiç yüzümüzü asmadan tüm aile fertlerimizle beraber her vaktin namazını kılabilecek miyiz?Sabahın erdeninde yatağımızdan fırlayıp sabah nazmı hazırlığını yapabilecek,nişanlanma çağına gelen kız ve erkek çocuklarımızı yataklarından kaldırabilecek miyiz?Veya Şerefli Misafirin abdest suyunu dökerken.öbür odada 15 yaşına gelmiş ancak secde yüzü görmemiş oğlumuzu nereye saklayacağız?Yoksa birkaç günlüğüne otele veya akrabalarımızın evine mi göndereceğiz?Merak ediyorum alıştığımız hayat seyrimizin kontrolden çıktığındaki acı halimizi.Bayimiz gazeteyi kapıdan uzattığında ne yapacağımızı.Müslüman bir sahabe kadının kıyafetine dokunan Yahudilere karşı savaş başlatan misafir Peygamber in yanında o müstehcen gazeteyi okuyabilecek miyiz?Acaba diyorum gittiğimiz yerde 3-4 saat boyunca yemek masasında Peygamberimiz de buluna bilecek mi ?Yoksa Onu evimize istirahata mi alacağız?Düşünüyorum hem de gözlerimle görmüş gibi düşünüyorum.Bir kaç günlüğüne olarak evimize gelmiş olan Peygamberimize 24 saatimizi nasıl geçirdiğimizi göstermemizi. “Bonjour”diyerek evimize giren oğlumuzu,yarım etekle arabadan inen genç kızımızı . “Bunda benim suçum yoktur YA RESULULLAH deyip ölüp ölüp dirilen ana ve babaları.
Düşünüyorum Peygamberimiz evimizde otururken ,evimize gelecek aile misafirlerimizi.Peygamberimizd en habersiz olan misafirlerimizin girişlerini,konuşmalarını,görü ntülerini.Evet evimize sadece birkaç günlüğüne misafir olarak gelecek olan Peygamberimize karşı sergileyeceğimiz tavırlarımızı merak ediyorum.Bu şerefli misafiri nasıl karşılayıp.nasıl uğurlanacağını merak ediyorum.Peygamberimiz eğer bizimle birkaç gününü geçirecek olsa ,alışagelen yaptığımız işlere devam mı edeceğiz?Yahut da ziyaret bittiğinde ve evimizden ayrıldığında rahat bir nefes mi alcağız?
Evet sevgili Peygamberimiz bizimle biraz vakit geçirmek için gelse hayatımız alt üst mü olacak;
YOKSA ,EVET YOKSA……………………………………..



Nurullah Genç - Yağmur

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

ADIN  BATSIN

 

yüreğime bir gül çizdim kanlı yaş ile

yaktın beni küle döndüm dumana döndüm

nasıl edem nere gidem dertli baş ile

bilemedim teli kırık kemana döndüm

 

canım aldın, can evimden vurdun ya sende

küstüm sana, faydası yok, geri dönsen de

sende vefasız çıktın, sende hayırsız çıktın

sen de vicdansız çıktın adın batsın

 

zaman ola devran döne sen de çekesin

yitiresin umudunu heder olasın

aşka düşe kahrolasın candan bıkasın

ömrün boyu bir kez olsun gülmeyesin

 

sen ki beni rezil ettin yedi cihanda

yalan oldum talan oldum senin sayende

sende vefasız çıktın, sende hayırsız çıktın

sen de vicdansız çıktın adın batsın

 

beni özleyince bir nehir yatağını bulsun

kor düşsün dağlarına, ceylanlar suya insin

sesime bakıpta ağlıyorum sanma

seni özleyince böyle olsun birazda

 

ayrılıversin yaprak dalından

insan sevdiğinden ayrılıversin

kan damarımdan can pazarından

adam baharından ayrılıversin

 

dağda dört mevsim erimeyen kar varya

yokluğum öyle erimesin

sende vefasız çıktın, sende hayırsız çıktın

sen de vicdansız çıktın adın batsın

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 

 

BİR ŞEY SÖYLE

 

Bir şey söyle

Denizler tutuşturulduğunda

Dağlar yürütüldüğünde

Bir şey söyle

Yıldızlar semadan bir bir

döküldüğünde üstümüze

Bir şey söyle

Ben seni unuturum

Söyle

Yer başka gök başka olduğunda

Sallanıp çalkalandığında uçsuz

bucaksız sema

Hani biz

ateşin etrafını sarmış

pervaneler gibi olduğumuzda

Bir şey söyle

Unuturum ben seni, söyle

Kalplerde gizlenenler ortaya döküldüğü zaman

Gök yarıldığı zaman

Ne oluyor bu yere dediği zaman insan

Ve kalakaldığında yüzkarası

şiirlerim

Ve sensiz bir zaman

ve ayaklarımızın altından toprak

kayıp

Dümdüz eğildiği zaman

Bir şey söyle

Defterler açıldığında gökyüzü

sıyrılıp

alındığında

Cehennem tutuşturulduğunda cennet

yaklaştırıldığında

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 

AŞK HİKAYESİ

 

Başımdan bir kova sevda döküldü

Islanmadım, üşümedim, yandım oy!

İplik iplik damarlarım söküldü

Kurşun yemiş güvercine döndüm oy!

 

Yağmur yorgan oldu, döşek kar bana

Anladım ki kendi gönlüm dar bana

Alev dolu bardakları yâr bana

Sunuverdi içtim içtim kandım oy!

 

Sevgi ektim, naz biçmeye çalıştım

Ne zamana, ne kendime alıştım

Kırk senede yedi hasret bölüştüm

Yedi dünya bana düştü sandım oy!

 

Gönül şahinimi yordum gerçeğe

Sonsuzda yüzümü sürdüm gerçeğe

Teselliden kanat kırdım gerçeğe

Tecellinin sinesine kondum oy!

 

ABDURRAHİM KARAKOÇ

 

MİHRİBAN

 

Sarı saçlarına deli gönlümü

Bağlamıştın,çözülmüyor mihriban

Ayrılıktan zor belleme ölümü

Görmeyince sezilmiyor mihriban

 

Yar,deyince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor

Lambada titreyen alev üşüyor

Aşk kağıda yazılmıyor mihriban

 

Önce naz sonra söz ve sonra hile

Sevilen seveni düşürür dile

Seneler asırlar değişse bile

Eski töre bozulmuyor mihriban

 

Tabiplerde ilaç yoktur yarama

Aşk değince ötesini arama

Her nesnenin bir bitimi var ama

Aşka hudut cizilmiyor mihriban

 

Boşa bağlanmış bülbül gülüne

Kar koysan köz olur aşkın külüne

Şaştım karabahtım tahammülüne

Taşa çalsam ezilmiyor mihriban

 

Tarife sığmıyor aşkın anlamı

Ancak çeken bilir bu derdi gamı

Bir kördüğüm baştan sona tamamı

Çözemedim çözülmüyor mihriban

 

ABDURRAHİM KARAKOÇ

 

 

VUR BİTSİN

Orada masanın üstünde bir resim,

İkimiz denize karşı durmuşuz Üsküdar’da

Saçlarımızın üzerinde martılar,

Gözlerimizde acemi bir aşk

Ve tuhaf ve çocuksu bir mutluluk,

Senin sırtında sarı yağmurluğun

Kadıköy’de ucuzluktan almışız

Bende o siyah kazak hani bir kedi gibi sokulduğun

Şubat ve yağmur yağıyormuş meğerse,

Islatan her tarafımızı

Orada masanın üstünde bir resim,

Yak bitsin

Orada kapının arkasında bir yazı,

Seviyoruz yazmışız birlikte,

Harfler nasıl titremiş meğer ellerimizde,

Bir pazartesi akşamı ben eve dönünce

Tutup öyle yazmışız nereden estiyse,

Hep gülüşün, hep sıcaklığın sinmiş harflere,

Ne yaptığın çorbanın, ne pilavın tadı

Sobayı yakmayı unutmuşuz ne gam,

Senin çiğdemler açmış yüzünde sıcaklığın

Orada kapının arkasında bir yazı

Sil bitsin.

Orada sehpanın üzerinde iki bardak,

Senin demlediğin çayı içmişiz birlikte

Nasılda dalgamızı geçmişiz dünyanın bütün dertleriyle,

Bir masalmış bir yalanmış gibi korkmuşuz,

Sıkı sıkıya yaslanmışız bahtımızın kara yıldızına

Ben tek sen üç şeker atmışın filiz çayımıza

Sonra açıp perdeyi gökyüzünden bir dilek tutmuşuz,

Mehtap gülümsemiş deli yürek çocukluğumuza

Orada sehpanın üzerinde iki bardak,

Kır bitsin.

Orada odaya saçılmış küçük hatıralar,

Ne yana dönsem bir parça bir şey senden

Belki minik kızgınlığın, belki bir gülüşün orda,

Böreğin altını yakışın, düğmeyi dikerken iğneyi eline batırışın,

Ve saçların hep o kan gülleri taktığın saçların, beni mahpus bıraktığın saçların.

Ne yana dönsem bir parça bir şey senden

Hep o kanepede oturmuşluğun, şu senin küçük yastığın, şu eşarbın,

İşte şu bir haziran akşamı gitmek için ayaklanışın

Ne yana dönsem bir parça bir şey senden

Orada odaya saçılmış küçük hatıralar,

Git bitsin.

Orada ayaklarının dibinde bir adam,

Adam bütün adamlığını dökmüş önüne,

Böyle kaç gün yada kaç gece, ayaklarının dibinde,

Öyle kolay mı öyle kolay gitmek,

Her şeyi bu İstanbul’u, o sevdiğin adaların kokusunu

Mısır çarşısını, Eminönü’nün balık ekmeğini

Beyoğlu’nun sinema salonlarını birlikte beklediğimiz 28 numarayı,

Unutmak öyle kolay mı, öyle kolay,

Orada ayaklarının dibinde bir adam,

Kov bitsin.

Orada çekmecede yedi otuzbeş bir silah,

Babadan kalma,

Hani bir bayramda saydırmışız havaya,

Sen biraz ürkek sokulmuşun omzuma,

Kuşlar havalanmış bütün kuşları İstanbul’un,

Giderken galiba bir beni birde bunu unutmuşun

Orada çekmecede yedi otuzbeş bir silah,

Ve burada zaten öldürdüğün bir yürek,

Vur bitsin

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 

PARAMIZ YOKSA HAYSİYETİMİZ VAR

 

dünya dediğiniz abiler

aha benim şu yüreğim kadar

abiler, hayat dediğiniz

ne kadar gülebiliyorsak o kadar

boşverin ötesini

sallayın gitsin dünyayı

paramız yoksa da haysiyetimiz var

 

gözünü seveyim zeytinin, taze ekmeğin, çayın

bakmayın, benim de canım elbet çeker

şöyle tereyağlı birbuçuk iskender

yine de olsun

kesmedikten sonra selamı bakkal ender

bi de bizim takıma gol olmadıktan sonra

ve de en kıyağından

ve de en ağırından bi şarkı patlatınca müslüm baba

ne gam ne tasa ne fırtına ne kar

boşverin abiler

paramız yoksa da haysiyetimiz var

 

şimdi beni iyi dinleyin

canımdan öte ve de

en kıymetli sevdiğim muhterem arkadaşlar

durumum ortadadır

hayat bana da sağlamına harbi bi çelme takmıştır.

nevrim dönmüş, midem bulanmış, gözlerim kararmıştır

cümlenize olan bilcümle borç edavatım

üç vakte kadar askıya alınmıştır.

biraz idare edebilirseniz eğer

bir de kahveci Nuri'den rica edebilirseniz

kesmezse tavşan kanı günde üç bardak çayı

elbet bu feleğin paslı çarkı

birgün benim için de döner ve düşeş gelmese de

gelirse eğer zarımız mesela bir dubara ve hele de dört cahar

işi kolayladık sayın

ve de inanın ki abiler

paramız yoksa da haysiyetimiz var

 

dalgalan bakalım kızkulesi önündeki dalgalar gibi kalbim

hayıflan bakalım hiç kimselere belli etmeden geceleri yorganın altında

yazıklan bakalım bu da reva mıdır hayatının baharında bir delikanlıya

hep kısa çöpü ben mi çekeceğim

hep bana mı denk düşecek çarkıfeleğin iflası

hep ben bileceğim başkaları mı kapacak beşyüz milyarı

hep ben sevip eller mi alacak aslıyı leylayı

batsın bu dünya, sende mi leyla, itirazım var yalana dolana

ve ben böyle dolana dolana

ellerim cebimde dudağımda ıslığım, başımda eski alemlerin sarhoşluğu

Orhan Veli tadında basıp voleyi yürüyeceğim hayatın sonuna kadar

hiç tasalanmayın abiler

paramız yoksa da haysiyetimiz var...

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 

 

ÖYLESİNE SEVMİŞTİM

 

Şimdi gidiyorsun, git

Bütün sabahları üşüdüğüm

Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin

İçimde bir şarkı

Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat

Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin

Yıldızları da alsana yanına gökyüzünden

Sevdiğimiz şarkıları da

Pencereme konan yusufçukları da

Bana karanlığı bırak

Beni bırak, beni böyle bırak

Böyle ansızın, böyle yakışıksız

Böyle anlamsız, böyle dağınık

Öyle kapıda susuşun

Öyle sarsak, öyle serkeş, öyle çerkes duruşun

Öyle sağlam, öyle bir de vuruşun

Koy beni sensizliğe

Ve otursun içime kül gibi kor yangının

 

Şimdi gidiyorsun, git

Hadi git

Hepsi hepsi bir sevda benimkisi, al da git

Hadi kanatma

Hadi yıkma

Hadi dokunma

Zaten ben seni öylesine sevmiştim

 

Şimdi gidiyorsun, git

Bütün sabahları üşüdüğüm

Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin

İçimde bir şarkı

Gözümde bir ışık kalmıştı her şeye inat

Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 

ADAM GİBİ

 

Ben seni hiç sevmedim ki

Durgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim

Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim

Birde yıldızları sevdim

Eylül akşamlarında gelip,

Gözlerinde tutulan.

Ben seni hiç sevmedim ki

Beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim

Kurşunları sevdim beni vurduğunda

Ağlamayı sevdim unuttuğunda

Yalnız olduğumu anladığımda

Ayakta kalmamı sevdim

Yıkılmamı sevdim seni hatırladığımda

Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği

Su gibi özledim Temmuz güneşinde sesini

İkindide yağmur gibi

Geceleyin yağan yağmur gibi sevdim seni sevdiğimi

Ben seni hiç sevmedim ki

Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim

Menekşeyle konuşmanı

Nisan'a hatırlatmanı

Baharın bir adının da yalnızlık olmadığını

Düştüğün zaman kanayan yaralarını

Ve tuhaflığını üşüdüğün zaman

Sakız satan çocukları

Yeni çıkan şarkıları

Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim

Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe

Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte

Ben seni hiç sevmedim ki

Bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine

Bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde

Alemin ortasında, kimsesizliğin sesinde

Buğusunda sabahın, acımasızlığında ahın

Ağlayan yüzünde İsa'nın

Ferahlatan gücüyle duanın

Korkutan yanıyla nar'ın

İncenin, zeytinin ve kalbin üstüne

Gülün üstüne

Tutunduğum umudun üstüne

Korkunun üstüne

Hep senin üstüne, hep senin üstüne

Ben seni hiç sevmedim ki

Gittiğin zaman gitmeni sevdim

Evreni sevdim geldiğin zaman

Kalmanı sevdim

Korkuyordum sana alışmaktan

Yine de sevdim gülümsemeyi

Mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından

Kırlara ilk kar düştüğü zaman

Ölümünün ne güzel olduğunu sevdim

Seni içimde öldürdüğüm zaman

Ben seni hiç sevmedim ki

Durgun akşamlarda söylenen şarkı neyse

Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim

Birde yıldızları sevdim

Eylül akşamlarında gelip,

Gözlerinde tutulan.

Düştüğün zaman kanayan yaralarını

Ve tuhaflığını üşüdüğün zaman

Sakız satan çocukları

Yeni çıkan şarkıları

Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim

Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe

Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte

BEN SEVDİM Mİ ADAM GİBİ SEVERİM

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 

 

 

 

BİR ADIN KALMALI

 

 

Bir adın kalmalı geriye

 

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

 

Aynaların ardında sır

 

Yalnızlığın peşinde kuvvet

 

Evet nihayet bir adın kalmalı geriye

 

Birde o kahreden gurbet

 

Sen say ki ben hiç ağlamadım

 

Hiç ateşe tutmadım yüreğimi

 

Geceleri koynuma almadım ihaneti

 

Hele nihavend hele buse hiç geçmedi aklımdan

 

Ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın

 

İçimin nehirlerinden

 

Evet yangın

 

Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan

 

Evet kaybetmenin o zehirli buğusu

 

Evet isyan

 

evet kahrolmuş sayfaların arasında adın

 

Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı

 

Bu sevda biraz nadan

 

Biraz da hıçkırık tadı

 

Pencere önü menekşelerinde her akşam

 

Dağlar sonra oynadı yerinden

 

Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca

 

Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam

 

Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı

 

Yani ben seni sevdiğim zaman

 

Ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

 

Yine de

 

Bir adın kalmalı geriye

 

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

 

Aynaların ardında sır

 

Yalnızlığın peşinde kuvvet

 

Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye

 

bir de o kahreden gurbet

 

beni affet

 

kaybetmek için erken

 

sevmek için çok geç

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 

YALAN

 

hadi gidiyorsun

yürekten kan gidiyor,sen gidiyorsun

herşey gidiyor

gökte bulut,dağda kar,düzde kervan gidiyor

solgun bir gül oluyor insan

bir demet kır çiçeği ölüyor sen gidiyorsun

ne ucuz yaşıyorsun,ne kolay

bir kristal gibi ellerimden düşüyorsun

bakma öyle

ben kanıyorum sen üşüyorsun

 

kolay değil bir yalan bu

yaralayan kanayan koca bir yalan

yalan işte

sevdiğim yalan

şarkılardan arta kalan ve sabah buğusu

ve tarla faresi ve ekmek derdindeki işçi kalbi gibi

yumuşak sıcak bir yalan

ıslak gözlerimle geçiyorum

yaralı bir ceylanın kalbinden

ceplerimde kül var

bir yangından arta kalan

 

sorduğum adreslerde kimse olmuyor

ve kimse olmuyor ben sorduğum zaman

her şey bir yalan gibi yandığı zaman

yalnız olduğunu anlıyor insan

anladım ve geçtim

yaralı bir ceylanın kalbinden

 

aynamı kırdım fotoğraflarımı yaktım

nasıl da acımasızdım tafralarıma karşı

nasıl da umarsız

 

su gördüm düşümde

karanlıktı ve gürültüyle çağlıyordu

ceplerimde kül vardı ve yanıyordu

sonra sabah oluyor

ve bir ceylan kalbinde alem ağlıyordu

 

hayır diyordu bir dağ köylüsü

hiçbir şey için geç değil

ve geç değil bir şey için hiçbir şey

bişey vardı öyleyse bişey

beni çeken

gecenin duldasından uzağa

kocaman çayırlara çeken bişey

gümrah ırmaklara

sonra sıcağa sonra acıya

sonra yaralarıma merhem olmaya kapıma dayanan

bişey

 

tutsana beni,bırakmasana

olsun yaralasana

olsun,ağrısa da

yalan da olsa,kalsana

 

dağ köylüsü

aşkın olduğu yerde ben varım

sen olmasan da ben varım

yağmur yağar saçlarım filizlenir

bir yıldız düşer omuzlarıma

ıslık çalar ıslanır şarkılarımı söyler geçerim kapından

camların buğusundan ve yağmurun kokusundan

tanırlar beni

bilirler

en iyi yalanlarını ben alırım onların

adresler sorarım kimseler oturmaz orda

ve kimseler olmaz ben sordukça

 

dağ köylüsü

şimdi gidersen

şimdi git

kalırsan şimdi

 

İBRAHİM SADRİ

 

 

 
  MENÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 







webuzmani.blogspot.com Link


htmlkodlar.net

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol